Ali Şimşek yazdı "Boşluğun Dili"

Ali Şimşek yazdı "Boşluğun Dili"

Felsefe tarihinin en sıkı cümlelerinden biridir: “Var varsa yok neden yok”.

 

Sorunun çetrefilliği ortada. Yok dediğimizde de aslında ses ve harf ile bir “var” oluşturmuş oluyoruz. Belki de boşluğun dili sesszilik olabilir. Başka bir filozofun cümlesiyle: “Hakkında konuşulamıyorsa susmalı”. 

 

Saf sessizlik...

 

Felsefe ve bilim boşluğu nasıl tanımlarsa tanımlasın, şunu biliyoruz aslında. Bizim modernliğimiz bir tarafıyla boşluğun (ve de sakinliğin) keşfiyle de malul. Bugün paspartü dediğimiz ve resmin daha iyi algılanmasına hizmet eden çerçeve boşluğu neredeyse yirminci yüzyıla aittir. Önceki yüzyılların barok süslü çerçevelerden farklı bir algı oluşturur. Paspartü yokluğuyla “var”ın daha iyi algılanmasına hizmet eder. 

 

Whistler'den Degas'ya modernizm boşluğun gücünü keşfederek Maleviç ve Mondrian ile saf bir “boşluk” diline evrilmeye çalışır. Elbette bunda sanatçıları hayran bırakan Uzakdoğu ve Japon baskılarının etkisi çoktur. Artık klasikleşmiş çalışması “Boşluk ve Doluluk” kitabında François Cheng, Uzakdoğu sanatının Batı sanatından farkını da bu temel kavram ekseninde düşünmeye çalışır. Perspektifiyle mekanı “doldurmaya” çalışan Rönesans sanatına karşın, Uzakdoğu ve Çin sanatı tam da eksilterek Boş'luğa varmaya çalışır. Tekeri çeviren parmaklıklar olduğu kadarıyla parmaklıklar arası boşluktur.

 

Hande Bilten'in “Boşluk” adını verdiği diziye baktığımızda. Formların, dairelerin, elipslerin birbirine karışarak, teğellenerek boşluk ile söyleştiğini duyumsayabilirsiniz. Boşluk biçimlerin karmaşasını aniden ritimlere çevirmektedir adeta. Turuncu, kahverengi ya da siyah, ya da menevişlenen lacivert. Beyazın barıştırıcılığıyla bir araya gelen renkler senfonisine dönüşen kosmos. Hande beyaz ipliklerden renkler dokuyor Boşluğun barıştırıcı diliyle.

 

Boşluk “var” oluyor gözlerimizde bir dokunma uzaklığında...

ALİ ŞİMŞEK

Bloga dön

Yorum yapın

Yorumların yayınlanabilmesi için onaylanması gerektiğini lütfen unutmayın.